“Türki” Kavramının “Türk” Kavramı ile İlişkisi ve Yeniden Tanımlanması (Yrd.Doç.Dr. Gökçe Yükselen PELER)
Daha 11. Yüzyıl’da sınırları Kaşgarlı
Mahmud tarafından açık bir şekilde ortaya konulmuş olmasına rağmen, “Türk”
kavramının neleri kapsayıp neleri kapsamadığı yaklaşık olarak iki asırdır
tartışma konusudur. Bu iki asırlık süreç sonucunda “Türk” kavramının henüz
tebellür etmediğini söylemek yanlış olmayacaktır. Şüphesiz bu kavramın bu kadar
bulanmasında Osmanlı devrinde gerek Osmanlı vatandaşlarının kimlik
algılamasının gerekse Avrupalıların öteki olarak “Türk” kavramını tanımlamaları
ile doğrudan ilişkilidir. İmparatorluk sınırları içerisinde milliyetçilik
akımlarının etkili bir şekilde hissedilmesine kadar olan süreçte Araplar
dışındaki Osmanlı Müslümanları “Türk” olarak tanımlanmış ve bu Müslümanlar da
kendilerini büyük oranda “Türk” olarak algılamışlardır[1].
Bu yüzden de günümüzde çok miktarda Türk kanı barındıran ancak Slavca konuşan
Boşnaklar Türklüğe büyük bir muhabbet besledikleri gibi Hristiyan milletler ve
bilhassa Sırplar tarafından Türk olarak görülmektedirler. Öte taraftan belki
Boşnaklardan daha fazla Türk kanı taşıyan Bulgarlar ve Macarlar, bu Türk
tanımının ve algısının dışında olmuştur. Ayrıca Fransızcada Grand Turc ‘Büyük
Türk’ kavramının “Osmanlı Türkü”, Petit Turc ‘Küçük Türk’
kavramının ise “diğer Müslümanlar” anlamına geldiği unutulmamalıdır. Bu kavram
kargaşasının bir uzantısı olarak cumhuriyetin ilanından sonra biri hukuki olan
biri de Türkolojik olan iki “Türk” tanımlaması ortaya çıkmıştır. Bunlara bir de
halkın “dini dinime dil dilime uyan” şeklindeki algısı da eklenince kargaşanın
boyutu artmıştır.
Hukuki tanımlamaya göre Türkiye
Cumhuriyeti vatandaşları “Türk” olarak tanımlanmıştır. Ancak bu tanımlamanın
halk vicdanında tam anlamıyla hiçbir zaman karşılık bulmadığını belirtmekte
fayda var. Elbette bu durum çeşitli sebeplerin bir soncudur. Her şeyden önce
yeni kurulan devlet sınırları içerisinde “Türk” olarak tanımlanan ahalinin azımsanamayacak
bir kısmı muhacir olarak Rumeli’nden ve Kafkasya’dan gelmişti ve bu insanların
bir kısmının (Arnavutlar, Boşnaklar, Gürcüler, Çerkezler vs.) Rumeli’nde ve
Kafkasya’da artık “Türk” olarak tanımlanmayan kalabalık uzantıları hâlâ
mevcuttu. Hatta Arnavutluk ve Gürcistan örneklerinde olduğu gibi “titüler”
devletleri de mevcuttu. Diğer taraftan Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde
ev dili ve bazıları tarafından anadili olarak Türkçe konuşulmayan bazı
topluluklar bu hukuki sıfatı kabullenmekte zorlandılar veya asla
kabullenmediler. Bu ret üzerine bina edilen birtakım siyasi yapılanmalar ve
terör faaliyetleri neticesinde, toplumun hukuki “Türk” tanımlaması ile bir
sorunu olmayan kesimlerde reddiyeci kesimlere karşı bir tepki ve önyargının
oluşmuştur. Bu hukuki tanımlamanın halk vicdanında bir makes bulamamasının bir
diğer mühim sebebi şüphesiz yeni cumhuriyet sınırları dışında kalan ırken ve
lisanen Türk olan büyük topluluklardır. Bu toplulukların bir kısım fertleri ile
daha evvel sonradan Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde kalacak topraklara
göç eden toplulukların fertleri ile doğrudan akrabalık bağları bulunmakta idi.
Bu akrabaların bir kısmı hukuken “Türk” olurken bir kısmı “Yunanistan
Müslümanı”, “Bulgaristan Müslümanı” veyahut Kıbrıslı Müslüman” olmuşlardı.
Türkolojik olarak “Türk” tanımı aşağı
yukarı Kaşgarlı’nın 11. Yüzyıl’daki Türk tanımı ile örtüşmüştür. Günümüzde
Türkçenin herhangi bir lehçe veya ağzını konuşan ya da geçmişte Türkçenin
herhangi bir lehçe veya ağzını konuştuğu bilinen veya tahmin edilen herkes bu
tanıma göre “Türk” olarak tanımlanmıştır. Yani geçmişte Hunlar,
Göktürkler, Uygurlar, Karahanlılar, Gazneliler, Altınordu vs. Selçuklular ve
Osmanlılar gibi Türk idiler. Günümüzde ise Kazaklar, Kırgızlar, Özbekler,
Uygurlar, tatarlar, Başkurtlar, Yakutlar, Çuvaşlar vs. Türk’türler. Yani
kabataslak olarak Türkolojik tanıma göre “Türk” kavramı “Türkçe konuşanlar”
şeklinde açıklanabilir. Daha önce de zikredildiği gibi aslında Kaşgarlı’nın 11.
Yüzyıl’da ortaya koyduğu “Türk” kavramı ile son derece uyumlu olan bu
Türkolojik tanım, günümüzde kavramın anlamı ile ilgili olarak var olan anlam
kargaşasına katkıda bulunmaktadır. Her şeyden önce, hukuki “Türk” tanımlaması
ile kısmen örtüşmemektedir. Türkolojik tanım, Türkiye Cumhuriyeti sınırları
içerisinde hukuken “Türk” olarak tanımlanan bazı toplulukları kapsamazken,
Türkiye Cumhuriyeti sınırları dışındaki hukuken “Türk” olmayan mesela,
Kazakları, Kırgızları, Azerbaycanlıları vs. kapsamaktadır. Bu duruma rağmen,
zaman zaman, Türkolojik çalışmaların resmî ideolojinin etkisinde kalarak
Türkolojik “Türk” tanımlamasına girmeyen bazı halkların Türk olduğunu
ispatlanmak için kullanıldığını ifade etmek de gerekir.
Bazı Batı dillerinde ve Rusçada Türkiye
Türkleri (aslında belki de Osmanlı Türkleri) ile diğer Türkleri birbirinden
ayırt etmek üzere aynı kökten gelen iki farklı terim kullanılmaktadır. Rusçada
Türkiye Türkleri için “турецкий”turetskiy tabiri kullanılırken
diğer Türkler için “тюркский” tyurkskiy tabiri
kullanılmaktadır. İngilizcede ise bu kavramlar sırasıyla “Turkish” ve “Turkic”
şeklinde karşılanmaktadır. Aslında Türkiye Türkleri dışındaki Türkler için
kullanılan terimin kökeni irdelendiğinde bu ayırımın anlamsızlığı ortaya
çıkmaktadır. Zira bu terim, kendilerini “Türk” olarak tanımlayan “Göktürklerden
inen” anlamında kullanılmaktadır. “Türk” kelimesinin de ilk kez Göktürkler
tarafından kullanıldığı ve onlardan sonra Türkçe konuşan bütün halkların ortak
adı hâline geldiği düşünüldüğünde iki terimle yaratılmaya çalışılan ayırımın
suni olduğu ve sadece bilimlik endişe taşımadığı intibaını güçlendirmektedir.
Nitekim başlarda İngilizcede bu terim çok yoğun bir şekilde kullanılmazken
yetmişli yılların ikinci yarısından itibaren, yani Sovyetler Birliği zayıflama
sinyalleri vermeye başladıktan sonra, yoğun bir şekilde kullanılmaya
başlanmasının tek açıklaması siyasi sebepler olabilir. Böyle bir ayırımın
Almanca başta olmak üzere birçok Batı dilinde hâlâ bulunmadığını belirtmek,
terimin suniliğini ve yeniliğini ortaya koymak açısından önem arz etmektedir.
Bu suniliğe karşın, terim Türkiye
Türkçesinde de “Türki” şeklinde yer edinmiştir. Kelime daha önceden bazı Türk
lehçelerine “Türkiy” veya “Türki” şeklinde yerleşmiştir. Bu Türk lehçelerindeki
kullanım resmî ideolojinin bir gereği olarak Rusçadan tercüme olarak
dayatılmıştır. Türkiye Türkçesindeki “Türki”nin yerleşmesinde Türk
lehçelerindeki kullanımdan mülhem mi olduğu yoksa İngilizceden mi tercüme
olduğu bilinmemekle birlikte, Türkiye’de resmî olarak hiçbir zaman
kabullenilmemesine rağmen, bazı aydınlar ve basın-yayın organları tarafından
kullanılması sebebiyle dile yerleşmiştir. Kelimenin sonundaki “-i” sesinin
“nispet i’si” olarak bilinen eke ve kelimenin “Türkçe” anlamındaki “Türki”
kelimesi ile ayniyet derecesinde benzeşmesi terimin yerleşmesinde kolaylık
sağlamıştır. Türklük bilimciler tarafından umumiyetle kabul görmeyen bu kelime,
kullanıcıları tarafından “Türk’e ait” olarak açıklanmaktadır. Kelime bu
manasıyla zaten “Türkî > türkü (Türk’e ait şarkı)” kelimesinde Türkçede
mevcuttur. Bu açıklama bile kelimenin gereksizliğini ortaya koymaktadır
aslında. Zira Türk’e ait olan bir topluluk “Türk” olur zaten.
Bütün gereksizliğine rağmen, yukarıda da
belirtildiği üzere bu kelime artık Türkçeye yerleşmiştir. Bu durumda yarattığı
kavram kargaşasını ortadan kaldırmak gerekmektedir. Bu da kelimeye kargaşaya
sebep olmayacak belirgin bir anlam yüklemekle mümkün olur. Böyle bir girişim,
anlam ve kavram kargaşası yaratan, yani Türkçeyi yaralayan bir kelimeyi
terimleştirerek Türkçeye güç katacaktır. Kelimenin sonundaki “–i” sesi “turşu
< turşî (ekşi gibi)”, “turuncu < turuncî (turunç gibi)” kelimelerinde
olduğu gibi yorumlanırsa ortaya “Türk gibi” yani “Türkümsü” gibi bir anlam
ortaya çıkmaktadır. Böyle bir anlamın en az Türkiye Türkleri kadar Göktürklerle
bağlantılı olan, yani en az Türkiye Türkleri kadar “Türk” olan diğer Türk
kavimleri için kullanılamayacağı açıktır. Bu kelime, kültürleri Türk kültürünün
etkisi altında gelişmiş veya yaşam tarzları, kültürleri Türklerinkine çok
benzeyen halkları tasnif etmek için kullanılabilir pekâlâ. Günümüzde bütün
Avrasya coğrafyasında, hatta Afrika ve Amerika’da, böyle halklar mevcuttur ve
bu halkları tasnif edecek bir terim yoktur. Böyle bir anlamlandırma Türkçeye
önemli bir sosyokültürel terim kazandıracağı gibi büyük bir boşluğu da
dolduracaktır.
“Türki” kelimesi, “Türk’e benzeyen”
şeklinde kavramlaştırıldığı takdirde, bütün Balkan halklarını, Türk olmayan
Kafkasyalıları, Türk olmayan Sibiryalıları, Türklerle iç içe yaşayan İrani
halkları, Pakistanlıları vs. ortak hususiyetlere binaen tasnif etmeyi mümkün
kılacaktır. Bütün bu zikredilen halklar, gerek yaşam tarzları gerekse
kültürlerinin bazı yönleri bakımından, az veya çok, şu veya bu Türk halkı ile
benzeşmektedirler ve bu durumu tanımlayacak bir kavram günümüzde mevcut değildir.
Bu sayılan halkların durumuna söz konusu bağlamda kısaca bakmakta fayda var.
Çeşitli Balkan halkları, Türklere
yakınlıkları veya Türk idaresinde kalmış oldukları sürenin uzunluğuna koşut
olarak kültürel olarak Türklere benzemişlerdir. Bu birlikteliği ve hâkimiyeti
sadece Osmanlı dönemi ile ilgili olarak düşünmek, konuyu hatalı tahlil etmeye
sebep olacaktır. Hun devrinden itibaren Karadeniz’in kuzeyinden gelen pek çok
Türk halkı Balkanları hâkimiyeti altına almış veya oraya yerleşmiştir. Beş
asırdan fazla süren Osmanlı hâkimiyeti ise çok uzun bir zaman dilimine yayılan
bir önceki süreci pekiştirmiş ve bugünkü durumu ortaya çıkarmıştır. Arnavutlar,
Boşnaklar, Pomaklar, Goralılar, Torbejler vs. gibi halklar konuştukları diller
hariç her bakımdan Türkiye Türkleri ile ortak bir kültür ve yaşam tarzına
sahiptirler. Bu halkların bazıları tarihî süreçte Türklüğe yaklaşırken bazıları
Türklükten uzaklaşmışlardır. Yani her hâlükârda ortak yaşamın bir sonucunda
ortaya çıkmışlardır. Bugünkü ortak noktaları Türk gibi yaşamaktır. Balkanların
diğer halkları da dile ilaveten din bakımından da Türkiye Türklerinden
ayrılmakla birlikte, giyim kuşamları, mutfak kültürleri, dünyaya bakışları yani
yaşam tarzları bakımından Türkiye Türklerine benzemektedirler. Bu durumda Balkanlarda
“Türkilik” aşamalı bir sosyolojik gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır.
Kafkasya’da büyüklü küçüklü birçok halk,
Türkçe dışında diller konuşmalarına rağmen, yaşam tarzı ve kültürleri
bakımından Türklere oldukça benzemektedirler. Örnek olarak Kafkas halklarının
en kalabalıklarından olan Gürcüler ele alınabilir. Türkiye’de yaşayan
Gürcülerin büyük çoğunluğunun Türkleşme süreci tamamlanmış, tamamlanmayalar ise
dilleri dışında, yani sosyolojik olarak Türk hâline gelmiştir. Bu durum
Türkiye’deki diğer Kafkas halkları için de geçerlidir. Sınırın Gürcistan
tarafında daha ilginç bir durum ortaya çıkmıştır. Batum bölgesinde, Müslüman
Türklerle Müslüman Gürcüler kaynaşarak çoğunlukla Gürcüce konuşan ama onun
dışında her yönden Türklere benzeyen bir topluluğu ortaya çıkarmışlardır.
İçerisinde Türk unsurlar da bulunduğu için kısaca “Müslüman Gürcüler” olarak
nitelendirilemeyecek bu halk, umumiyetle Gürcüce konuşmaları ve içerisindeki
Gürcü unsurlar sebebiyle de Türk olarak nitelendirilememektedir. Günümüzde, sosyolojik
olarak bu halk, dil kaybı sebebiyle Türklükten uzaklaşan unsurlarla din
değiştirip kültürel etki altında kalarak Türklüğe yaklaşan unsurların
kaynaşmasından meydana gelen “Türki” bir topluluktur. Gürcülerin esas kitlesi
de, gerek Kıpçaklar başta olmak üzere içlerinde eriyen birçok Türk boyu
sebebiyle olsun, gerekse Azerbaycanlılarla yüzyıllar boyunca sürdürdükleri
ortakyaşar durum sebebiyle olsun, Türk kültüründen oldukça fazla etkilenen bir
halktır. Yani onlar da “Türki”dir. Türkiye Türkleri ile Gürcüler arasındakine
benzer bir durum Azerbaycanlılar ile Dağıstan halkları arasında da mevcuttur.
Sibirya’da Türk halkları ile
Paleo-Sibiryalılar, Yeniseyliler, Samoyetler, Moğollar ve Tunguzlar arasında da
Balkanlar ve Kafkasya ile koşut bir durum mevcuttur. Bütün Sibirya halkları
konuştukları dil haricinde ortak bir yaşam tarzına sahiptirler. Burada etki
altında kalanın Türk halkları olabileceği ihtimali akla gelebilir. Ancak hem
tarihî bilgiler hem de sosyolengüistik gerçekler bu ihtimali ortadan kaldırmaktadır.
Bilinen tarih içerisinde bölge hep Türk devletlerinin hâkimiyeti altında
olmuştur. Yani Sibirya’da Ruslar gelene kadar hâkim kültür Türk kültürü
olmuştur. Sahadan derlenen dil verileri de bunu doğrular niteliktedir. Geçmişte
Samoyetçe konuştuğu bilinen bazı halklar, bilinen tarih içerisinde Hakaslar ve
Tuvalılar arasında Türkçe konuşur hâle gelmişledir. Bazı Nganasan Samoyetleri
ve Tunguzlar, Yakutların etkisiyle Türkçe konuşmaya başlamışlar ve günümüzdeki
Dolgan Türklerini meydana getirmişlerdir. Yakut kültürü bölgede o kadar
etkilidir ki Yakutyan adını alan birtakım Ruslar dilleri ve dinleri dışındaki
her şeyi bırakarak Yakut hayat tarzını benimsemişlerdir. İşte zikredilen bütün
bu halklar ve benzerleri sosyolojik olarak “Türki” olmuşlardır.
Şüphesiz bu örneklerin sayısını artırmak
mümkündür ancak son olarak Pakistanlılara değinilecektir. Pakistanlılar,
Bangladeşliler ve diğer Hint Müslümanları ile birlikte, Türklerle Hintlilerin
uzun bir teması neticesinde ortaya çıkmıştır. Balkanlardaki duruma benzer bir
şekilde, Akhunlar başta olmak üzere Hint Altkıtasının kuzey bölgelerine
yüzyıllarca birçok Türk boyu göç etmiş veya orayı hâkimiyeti altına almıştır.
Bu süreç üzerine Gaznelilerle başlayıp Delhi Türk Sultanlığı ve Babürlü Devleti
ile devam eden fasılalarla da olsa neredeyse bin yıl süren bir Türk-İslam
hâkimiyeti olmuş ve bunların sonucunda ortaya Hint Müslümanları çıkmıştır.
Güney bölgelerinde Arap Denizi üzerinden gelen Arap tüccarların etkisi de
olmakla birlikte bilhassa kuzey ve orta kesimlerde ortaya çıkan Müslüman halk
doğrudan doğruya Türk kültürünün etkisi altında gelişmiştir. Bu sebeple
Pakistanlılar ve Bangladeşliler başta olmak üzere Hint Müslümanlarını da
“Türki” sınıfına dâhil etmek gerekir.
Görüleceği üzere bütün Türk coğrafyasında
ve çevresinde, gerek kültürel etki altında kalıp Türklüğe yaklaşma suretinde
olsun, gerekse kültürel etki altında kalıp dil kaybı başta olmak üzere
Türklükten uzaklaşmak suretinde olsun, Türklere benzeyen, Türkler gibi yaşayan
halklar ortaya çıkmıştır ve bu hakları tasnif etmek için “Türki” kelimesi çok
güzel bir terim olabilir. Yalnız burada unutulmaması gereken bir durum var.
Kimlik ve milliyet gibi konular sosyolojik olgular olmaları sebebiyle ferdî
kabule dayalıdırlar. Yani “Türki” olarak tasnif edilecek gruplar içerisinde
kendilerini “Türk” kabul eden fertler her zaman olabilir. Yine sosyolojik bir
süreç olarak toplumların değişimi devam ettiğinden, günümüzde “Türki” olan bazı
topluluklar Türkleşebilecekleri gibi tamamen Türklük dairesi dışına da çıkabilirler.
Mesela Yunanistan’da yaşayan Pomakların çok büyük kısmı kendilerini Türk
addederken Bulgaristan’dakiler içerisinde kendilerini Müslüman Slav
addedenlerin oranı çok daha fazladır. Güzel bir örneği de Bulgar milleti teşkil
etmektedir. Geçmişte Türk oldukları kesin olarak bilinen Bulgarlar, Slavlarla
karışmaları sonucunda Türklükten uzaklaşmışlar ancak uzun Osmanlı hâkimiyetinde
yeniden kültürel olarak Türklüğe yaklaşarak “Türki” olmuşlardır.
Sonuç olarak, hangi yolla girmiş olursa
olsun, Türkçede günümüzde bir “Türki” kelimesi mevcuttur. Günümüzdeki anlamı
itibarıyla bir kavram kargaşasına sebep olduğu gibi, Türklük bilimciler başta
olmak üzere, aydınların ve bilim adamlarının büyük bir çoğunluğu tarafından
doğru bulunmayıp hoş karşılanmamaktadır. Diğer taraftan, Avrasya coğrafyasında
kültürleri ve hayat tarzlarının çeşitli yönleriyle Türklere benzeyen birçok
halk mevcuttur ve bu halkları ortak bir şekilde tasnif edecek bir terim
günümüzde mevcut değil. “Türki” kelimesi terim olarak bu manada tebellür ettirildiği
takdirde, nahoş bir durum ortadan kaldırılacağı gibi, Türkçe önemli bir boşluğu
dolduracak sosyokültürel bir terim kazanacaktır. Kelimenin kavram alanı da
böyle bir anlamlandırmaya müsaittir.
Yazar: Yrd.Doç.Dr. Gökçe Yükselen PELER
[1] “Türk olmak” deyiminin yüzyıllarca Avrupa’da
“Müslüman olmak” anlamında kullanıldığı unutulmamalıdır. Arnavutlar
arasında “Türklüğün şartı beş” şeklindeki ifadeler yahut yine bir Arnavut’un
Türkçe diye Kuran’dan ayetler okuması bu meyanda sayılabilecek
ilginçliklerdendir.
Hiç yorum yok